speech-and-language-therapy-research-1600x600Nasıl Konuşalım ki İnsanlar Dinlesinler?

Az önce bir telefon konuşması yaptım ve tabiri caiz ise başım şişti. Neden sizce? Çünkü konuşan kişi benim dinleyip, dinlemediğimle hiç ilgilenmiyordu ve tek derdi anlatmaktı. Nezaketen dinlemeye çalışsam da adeta nefes alamadığımı hissettim, üstelik iliklerime kadar. Sizce kimi dinlemek bir kabus olur? Benim ilk sıramda şikayet edenler geliyor. Yaşadıkları deneyimi abartarak, dünya meselesi haline getirerek ve hatta akıl alıcı şekilde detaylandırarak, tekrar ve tekrar anlatanlar var mı etrafınızda? Peki siz bu kişileri dinlemek istiyor musunuz? Dinleme becerimi geliştirdiğimden beri etrafımı bu tarz insanların daha fazla sarmaya başladığını birden bire fark ettim. Hatta bir Catering kuruluşunun genel müdürü olan sevgili kardeşimin es vermeden 4,5 dakika konuştuğunu görünce bir dur dedim ona. Sence ben seninle miyim? Ve bu anlattıkların beni ilgilendiriyor mu? Aslında bu soruyu kendime hiç sormadım dedi. Bence de dedim. Şaşırdı ve gülüştük.

Nasıl konuşalım ki insanlar dinlesinler sizce?

Profesyonel anlamda konuşma yaparak para kazanan biri olarak size öncelikle nasıl konuşmamamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Dünyanın en iyi TED Talks konuşmacılarından biri olarak kabul edilen Jullian Treasure bir ses koçu. Onun yedi ölümcül günah olarak bahsettiği ve birinin bizi dinlemesine engel olan başlıklara bir göz atalım.

Dedikodu. Orada olmayan biri hakkında kötü konuşmak olarak tanımlıyor Treasure bunu ki; bence haklı. Dedikodu konusunda emin olabileceğimiz bir şey, başkası hakkında konuşan birinin bizim hakkımızda konuşabileceği gerçeğini bilmektir. Kurum içerisinde dedikodu yapan kişileri gözünüzün önüne bir getirin. Onları dinlesek de onlara gerçekten ne kadar inanırız sizce? Ya da onu kalbimizle dinler miyiz? Yoksa sadece belki bir şey duyarız diye baş mı sallarız onlara?

Yargılama. Sizi yargılayan veya suçlu bulan birini de dinlemek zordur değil mi? Öğüt veren insanları dinlemeyi kim sever eğer kişi akıl istemediyse? Çok sevdiğim bir cümle var. Suçluluk duygusu geriye, sorumluluk duygusu ileriye taşır. Sizi geçmişte yaptığınız hatalardan dolayı yargılayan kişilerle konuşmak istemezsiniz. Kendinizi bir mahkemede gibi hissettirirler ve siz de farkında olmadan savunucu dinlemeye geçersiniz. Ya da saldırma taktiği uygularsınız. Net olan şey, bu kişileri dinlemek istemeyiz. Yanılıyor muyum?

Olumsuz bakış açısı ve şikayet etmek. Etrafınızda ne olursa olsun neredeyse her şeyin eksik ve zayıf yönüne odaklanan ve sürekli şikayet eden insanlar var mı? Ve nezaketinizi bir yana koyacak olsak, bu insanları gerçekten dinlemek ister misiniz? Bu konuda kâbus gibi bir genel müdürümüz vardı ve her sabah bizi kendince bir gün önce yaşadığı ter türlü olumsuzluğu dinlemeye mecbur etmeye çalışırdı. İki yıl boyunca müşterilerimden ısrarla istediğim sabah toplantılarımın sebebi de buydu. Onu dinlemeye tahammülüm yoktu. Çünkü moralim dibe vuruyordu ve bendeki çalışma isteğini yok ediyordu. Bu tarz bir durum yaşıyorsanız, uzak durun. Şikayet etmek, bulaşıcı bir ıstırap diyen Jullian’a katılmamam mümkün değil. Zira şikayet, güneş saçan bir ışık değil ve dünyaya hafiflik vermiyor.

Mazeretler. Yöneticilik yaptığım dönemde verilen görevle ilgili yanıma gelen iki tip arkadaşım vardı. Biri neyi, neden yapamadığını anlatır, diğeri yapmak için neye ihtiyaç duyduğundan bahsederdi. Siz olsanız kimi dinlerdiniz? Elbette ikincisi değil mi? Yöneticinizin sizi dinlemek istememesinin sebeplerinden biridir bu emin olun. Neden olmadığını ya da olmasının mümkün gibi gözükmediğini o zaten bilir çünkü. Onun duymak istediği bu konuda sizin ne önerdiğiniz ya da çözüme mi, yoksa soruna mı odaklandığınızdır. Maymun atma dediğimiz suçlu bulma oyunu değildir akıllı yöneticileri ilgilendiren. Her şeye rağmen bunu nasıl çözeceğimizdir.

Abartma ve yalan söyleme. Zorlu işler verdiğim ekip arkadaşlarımdan bazıları bu işle ilgili, yeterince emek vermek yerine bana herkesi aradım, kimse bizim projeye para vermek istemiyor derdi. Kaç kişiyi aradın diye sorduğumda olası ve mevcut müşterilerin yüzde 10’una dahi henüz ulaşmadıklarını saptardım. Abartmanın, zaman içerisinde yalan söylemeyi de getirebileceğini o zamanlar bilmiyordum. Bugün emin olduğum şeyin; abartan insanların zamanla yalana meyilli oldukları ve onların söylediklerinin bir kulağımdan girip, diğerinden çıktıkları. Bunu bir düşünün!

Dogmatizm. Fikirlerin gerçekler ile karıştırılması. Olgu ve düşünce arasındaki farkı ilkokulda öğrendiğimiz halde nedense birçoğumuz dünyayı kendi gerçekliğimizle algılar ve yorumlarız. Bence o yeterince çaba göstermiyor, çaba gösterseydi bu işin olması için gereken her şeyi yapardı gibi kişisel ve genelleme içeren yorumlarla boğulan cümleler duyarız. Peki dinlemek ister miyiz? Sanmıyorum.

Bu yedi günahı duyduktan sonra kendinize hâlâ nasıl konuşayım ki beni dinlesinler diye soruyorsanız işte size reçete:

  • İletişimlerinizde açık ve şeffaf olun. Birisi hakkında düşündüğünüz bir şeyi o kişiyle pozitif ve akılcı bir şekilde paylaşın ve başka biriyle de bunu konuşmayın.
  • Herkes o an için bildiğinin en iyisini yapar. Yapmadıysa inanın ne yapacağını, nasıl yapacağını ve neden yapacağını henüz bilmiyordur. Sabır, sevgi ve sükunetle ona yardımcı olun.
  • Yaşam bir sahnedir. İster oyuncu olursunuz, isterseniz seyirci. Kim olursanız olun yaşam, istersek hepimize, her zaman bir şeyler öğretir. Kurban olmayı; yargılayanlar, ben yaptım demeyi; öğrenenler seçer. Tabi siz isterseniz… Ve dünya, siz onu nasıl görüyorsanız öyledir. Gerisi size kalmış.
  • Neyi nasıl yaparım’ı düşünenler haritada yol alırlar. Diğerleri benzin bitti napayım diyerek yolda kalırlar. Siz hangisini tercih edersiniz?
  • Çok klişe biliyorum ama ancak ve ancak kendinizi kandırırsınız. Yaşadıklarınız sizin anlam kattığınız kadar zor ya da kolaydır. Ve yalancının mumu gerçekten yatsıya kadar yanar.
  • Söylediğim her şey benim gerçeğim. Size uymuyorsa anlarım. Bu yazıyı yazma konusunda bana cesaret veren yaşamımda aldığım sonuçlar. Ve gerçek olan tek şey; benim burada yazmam ve sizin bunu okumanız…

Sahi bir de kuşları dinleyin, sesinizdeki ritmi yakalamak için…

Yazar: Başak Tecer / Harvard Business Review Türkiye